30 Eylül 2018 Pazar

Kızılbaş kime denir?


Kızılbaş sözcüğü kızıl başlık takan demek.
Tarihi Uhut savaşına kadar uzanır.
Bazıları bir yanılgı içerisine girip Kızılbaşlığı Alevilik içerisinde bir kol olarak görseler de gerçekte kızılbaşlık Aleviliğin kendisinden farklı birşey değildir.
Kızılbaş kavramı yıllardan beri ve son zamanlarda Alevileri aşağılamak, karalamak ve ufak düşürmek için kullanılmaktadır.
Alevilerin düşmanları Kızılbaşlığı Alevileri ufak düşürmek kasıtıyla kullandıkları oranda Aleviler kızılbaş kavramına sahip çıktılar .
Uhut savaşında Hz. Ali kendini Hz. Peygambere siper ettiği sırada başından yaralanır.
Bu muhabereden ardından Hz. Ali' ye kızılbaş denmiştir. 

Yine Sıffın savaşında Hz. Ali' nin taraftarları başlarına kırmızı başlık takmışlardır.
Alevi devleti olan Safevi silahlı gücünün askerleri de başlarına kızıl başlık takarlardı.
Alevi düşmanları alevi kavramını kullanmazlar, onun adına kızılbaş kavramını kullanırlardı.
Bunu Alevileri aşağılamak emeliyle yaparlardı. 

Aleviler ise Kızılbaşlığı sahiplenip, kendilerini öyle de ifade ederlerdi.
Sonuç olarak bilinmelidir ki; kızılbaşlık Alevi güveni içindeki bir kol ya da tarikat değildir.
kızılbaşlık Alevi düşmanlarının Alevileri aşağılamak kasıtıyla kullandıkları bir terimdir.
Ve Kızılbaşlar tüm Alevilerdir, Kızılbaşlıkta Aleviliktir.

Alevilere sebep Kızılbaş denildiğine değin birçok rivayet bulunmaktadır.
İsmin orijinini Uhud harbinde Kainatın Efendisi Muhammed Mustafa'yı savunurken on altı yerinden yaralanıp başlığı al kanlara bulanan Hz. Ali ile ilgili kullanılmış bir deyim gibi gösterenler yanısıra, Şamanların kızıl bir başlığa bürünerek ayinlerini yönetmelerinden kaynaklı işi İslam evveli dönemlere götürenler bulunmaktadır. 

Bu iki uç görüş arasında Kızılbaş yerine yorum getiren henüz birçok rivayet mevcuttur.
Bu rivayetler bugünkü Aleviliğinin çeşitliliğini ve makasın uçları arasındaki geniş yelpazeyi de işaret etmektedir. 

Yani Kızılbaşlığı Sünni İslam odasına yaklaştırarak namaz kılıp oruç tutan bir Alevilik ile "Ali'siz Alevilik"i savunarak İslam evveli Şamanlıkla bağlantı kurmayı seçenek eden bir Alevilik arasında gidip gelen kültürel bağ. 

Başına kırmızı serpuş dolayan bir Alevi dedesinin "Kızıl-baş"lığı her iki uca da hükmetme iddiasında; heyhat!..

Kızılbaş adı Şah İsmail devrinde yaygınlaşıp resmileşmiş ve tarihsel süreçte bir övünç vesilesi meydana gelmiştir.
İsmail'in babası Şeyh Haydar, Erdebil tekkesi müritlerine on iki dilimli kızıl bir taç giydirip kızıl sarık sarmaya başladığında müritlerini ruhani derecelerine göre tasnif edip aynısı kızıl başlığı sarıklı ya da sarıksız olarak giydirmiştir. 

İsmail bu programlamayı devam ettirmiş, şeyhliğini şahlığa tahvil edince de askerlerine, halifelerine, dai ve nökerlerine aynısı kızıl başlığı giyindirmiştir.
Güçlü bir devlet olup da II. Bayezid ile yaptığı andlaşma gereği askerlerini Anadolu'dan Suriye'ye geçirdiği zaman Anadolu'daki mürit ve muhipleri de kızıl başlık kullanmaya başlamışlar, Yavuz Sultan Selim saatinde de bunu bir kimlik göstergesi saymışlardı.
Anadolu Aleviliğinin "Kızılbaş" ismini kullanması ve diğerlerinin de onları bu isimle anması o senelerde başlayarak, kızıl başlıklar ile beyaz başlıkların muhabereyi olan Çaldıran'dan ardından da yaygınlaşmıştır.

Zaten Türkler arasında kafaya takılan başlıklara izafeten boy ve oymak adları önceden ardından kullanılmaktaydı.
Siyah başlık (papak, kalpak) giydikleri için "Karakalpak" ya da "Karapapak" diye hatıralan Türk boyu ya da Anadolu'da "Karabörk", "Karabörklü", Kızılbörklü", "Akbaşlı" ve "Akbaşlar" diye adlandırılmış külüstür köyler bunun örneğiydi.
Keza XVI. yüzyılda Özbek askerleri yeşil başlık kullandıkları için "Yeşilbaşlar", Karakoyunlular kara başlık kullandıkları için "Karabaşlar", Osmanlı askeri de beyaz başlık kullandığı için "Akbaşlar" olarak anılabiliyordu.

23 Eylül 2018 Pazar

Tarih Nedir? Tarih Ne Demek?


Geçmişteki insan topluluklarının lüzum kendisi aralarında, lüzum komşularıyla olan siyasal, toplumsal münasebetlerini yer ve vakit göstererek anlatan bir bilim dalıdır.
Bu bakımdan fakat metnin icadına kadar gerileyebilir.
Yazı ise bundan 6.000 sene kadar evvel buluş edilmiştir.
Tarih, çoğu farklı bilim dallarıyla de alakalıdır. 
tarih nedir


Tarih ve Alakalı Olduğu Bilim Dalları


İnsanların hayat sürdürdükleri yerleri, abuhava şartlarını belirten «coğrafya», eski uygarlıkları anlatan «arkeoloji», insan ırkları arasındaki akrabalıkları açıklanan «antropoloji» bunların başlıcalarıdır.
Yazının icadından evvelki devirlerde de insan topluluklarının var olduklarını ve ehemmiyetli roller oynadıklarını uygulanan kazılarda elde ettikleri kalıntılardan kavramak olasıdır.
Fakat şunlar yazılı belgeler bulunmadığı için, bu döneme «Tarih Öncesi Çağlar» adı verilir.
İnsan, başlangıçta hayvanlardan farksız, vahşi ve ilkel bir yaşam sürmüş, ardından zekasını kullanarak bazı vasıtalar ortaya getirmiş ve hayvanlardan değişik bir yaşama kavuşmuştur.
Önce taştan yararlanmış, ardından taşı yontarak arzuladığı biçime sokmuş, ateşi öğrendikten ardından da bundan yararlanmanın yollarını aramıştır.
Tekerleğin buluşu, hayvanların evcilleştirilmesi, manivelâ, muasırlık yolunda insanın en devasa yardımcıları meydana gelmiştir.
Nihayet madenlerin bulunuşu, evvel bakırdan, ardından tunçtan, ardından da demirden yararlanma imkanını yaratmıştır.

Bu sıralarda metnin da buluşu ile Tarih Evveli devirler sona ermiştir.
İnsanın takvimi programa başlamasından ardından, tarih olaylarını belirleme henüz da kolaylaşmıştır.
Tarih devirleri metnin icadından başlar, zamanımıza kadar gelir.
Bu dönem de ayrı olarak dört kısma ayrılmıştır:
İlkçağ: Metnin Buluşu ile başlar, M.S.
476'da Batı Roma'nın yıkılması ile nihai bulur.
Önemli uygarlıkların kurulduğu, devasa mesafelerin kaydedildiği bir devredir.

Ortaçağ: M.S.
476'da başlar, 1453te İstanbul'u Türker’in fethiyle sona erer.
Ortaçağ'ın sonu olarak 14?2'de Amerika’nın keşfini kabul edenler de bulunmaktadır.
Yeniçağ: 1453'ten 1789 Fransa İhtilali'ne kadar devam eder.
Yakınçağ: 1789'dan zamanımıza kadar geride bıraktığımız devredir.
Bundan ardından İkinci Dünya Savaşında atom bombasının bulunmasının da bir farklı dönem olarak kabul edilmesi olasıdır.
Tarih biliminin muhtelif kolları da bulunmaktadır.
Bunların başlıcaları, «Siyasi Tarih», «Sanat Tarihi» ve «Edebiyat Tarihi» dir.

Tarih nedir? (Felsefe)



Genel olarak, doğanın ve toplumun ilerleme süreci.
Daha dar bir manada detaylılığı ve bütünlüğü içerisinde, insan faaliyetinin neticesi olarak gerçekleşen genel yasal düzenliliklere makul toplumsal ilerleme süreci.
Tarih kavramı, ayrı olarak tarih bitimi manasında tüketilir.
Tarih ile ilgili ilmi kuram, bundan dolayı tarih biliminin genel kuramsal ve yöntemsel desteği, tarihsel maddeciliktir.

Toplum tarihi, tabiat tarihinden değişik olarak, kişiler doğrulusunda yapılır; dünya, yüksek, ulu güçlerin, bir tanrısal yönetici gücün, veyahut bir salt ide’ nin beden icat biçiminin bir ürünü değildir.
Tarih, etkinlik içindeki insandan ayrı tutulup kendisi başına ele alınamaz: «Tarih, hiç bişi yapmaz.
Bütün bunları yapmış, bulunduran ve savaşım veren insan’ dır, realite, yaşam sürdüren insandır; kişileri, kendisi emellerini yapmak için kullanan tarih değildir; o ve bunun neticeninde toplumsal ilişkilerinin yükselmesi değerinde, insanlığın tarihi olan tarih doğar.»(Marks).
İnsanların parasal etkinliği, toplumsal pratiği, hem imalat güçleri ve imalat ilişkileri doğrulusunda, hatta bunlardan mecburen çıkan ve tesir yapmış yasal düzenliliklere makul bağlanıldıklar doğrulusunda saptanmıştır.
Bu nedenle insaniyet tarihi, kişiler doğrulusunda meydana konduğu durumda, yasal düzenliliklere makul bir süreçtir.

Toplum, her vakit «tarihsel gelişmenin belli bir basamağındaki bir toplum, kendisine has, farklı mizaçlı bir toplum olarak»(Marks), imalat güçleri ve imalat ilişkileriyle, toplumsal sınıflara ve katmanlara bölünmeleriyle ve üstyapının kanaat ve kurumlarıyla, belirli bir sosyo-ekonomik tesis olarak var gerçekleşir.
En genel ifadeyle dile getirecek olursak, insaniyet tarihi, bir sosyo-ekonomik kuruluşun genel yasal düzenliliklere makul olarak doğması, gelişmesi ve henüz yüksek düzeydeki bir sosyo-ekonomik tesis doğrulusunda ortadan kaldırılmasıdır.
İnsanlığın tarihsel gelişmesinin, çevresel ve zamansal farklar ne olursa olsun, ilkel toplumun, köleci toplum un feodalizmin kapitalizmin ve sosyalist toplum ve komünist toplum’ un mecburî, genel yasal düzenliliklere makul sırasını izlemiş olması ve izleyeceği olgusunda, dünya tarihinin bütünlüğü dile gelir.

Bu bütünlük içindeki tarih süreci, şekil ve muhteva itibariyle, daima sahip olunan somut-tarihsel koşullarca tespit edilen bir çeşitlilik gösterir.
Tarihin genel yasal düzenliliklere makul akışının bütünlüğü, «temel koşullar itibariyle aynısı olan ekonomik temelin, defa muhtelif ampirik durumların, tabiat koşullarının, ırk ilişkilerinin, dıştan tesir yapmış tarihsel nedenlerin vb. nedeniyle, görünüşte ebedi farklılıklar ve ayırımlar göstermesini engellemez.»(Marks).

İnsanlık tarihinin, sosyo-ekonomik kuruluşların birbirlerini genel yasal düzenliliklere makul şeklinde izlemiş olmalarıyla belirlenmiş olması, her halkın ille de her sosyo-ekonomik tesis adımını yaşamasının mecburî bulunduğu mananına gelmez.
Birçok halk, henüz köleci toplum evresinde, henüz doğrusu bu aşamayla beraber batıp gitmişler, kimileri ilk defa feodalizm evresinde meydana çıkmışlar, yine kimileri, belirli koşullar hasebiyle, belirli sosyo-ekonomik tesis aşamalarını atlamışlardır.
Günümüzde de kimi geri kalmış halkların sosyalizm yolunda çok sayıda sosyo-ekonomik kuruluşu atlama imkanı bile bulunmaktadır.

Uzlaşmaz çelişkiler barındıran sınıflı sosyo-ekonomik kuruluşlarda, bu toplum yapısının mecburî bir neticesi olan sınıf savaşımı, tarihin esas antipatik gücüdür ve köhneleşmiş, çağını doldurmuş bir sosyo-ekonomik kuruluşun adına yenisinin geçmesi, toplumsal devrim’ le olur; bu manada «devrimler tarihin lokomotifidirler» (Marks).
Kapitalizmin bağrında, imalat araçları üzerindeki kalifiye mülkiyete, insanın insan doğrulusunda sömürülmesine ve toplumların sınıflara bölünmüşlüğüne nihai verecek koşullar gelişip olgunlaştığı için, kapitalist toplum, uzlaşmaz çelişkiler barındıran sınıflı sosyo-ekonomik kuruluşların sonuncusudur.

Kapitalizmin meydana koyduğu dev imalat güçleri, kapitalist toplumsal ilişkilerle ve kapitalist toplumun bütün yapısıyla, giderek yoğunlaşan ve toplumun her yanını saran çatışmalara sürüklenirler; nihayet komünist sosyoekonomik kuruluşa geçmek mecburî duruma gelir.
Bu tarihsel zorunluğun adına kazanççısı, bütün emekçilerle dayanışma kurarak, Marksçı-Leninci partinin liderliğinde sosyalist devrimi sağlayan ve siyasi iktidarını kurarak, bu yeni iktidar vasıtası ile komünist sosyo-ekonomik kuruluşun ilk adımı olan sosyalist toplumu inşa eden işçi sınıfı’ dır.
Kapitalizmden sosyalizme dünya genelinde geçiş hareketi, insaniyet tarihinin içerisinde hayat sürdüğümüz döneminin bariz özelliğidir; kapitalist sosyo-ekonomik tesis geride bırakılarak, komünist sosyo-ekonomik kuruluşa geçişle beraber, «insan tohumunun tarih-öncesi devresi de nihai bulmuş olur» (Marks).

Bundan ardından başlayan, insanlığın realite tarihinin bariz özelliği, yoksulluktan, sömürüden ve baskıdan kurtulmuş insanların, kendisi toplumsal gelişmelerini, bilgisi edinilmiş yasal düzenliliklere dayanıp, bilinçlide tasarılı olarak biçimlendirmelerinde dile gelir.
Amaç, ferdin her yanıyla gelişmesi için henüz iyi koşullar sağlayarak, insanın bütün yeteneklerinin, becerilerinin ve yetilerinin her bakımdan eğitilmesini ve işlemesini imkanlı kılarak, denk ve özgür şahıslardan heyetmiş bir küme içerisinde her ferdin noksansız yetiştirilmesidir.
«Böylelikle, insan ilk defa, belli bir manada nihayet hayvanlar aleminden ayrılır, hayvansal hayat koşullarından realite insani hayat koşullarına geçer.

İnsanları çevreleyen egemen olunur. Ancak artık, kişiler kendisi tarihlerini tam bir bilinçle kendileri gerçekleştirecek, fakat artık, onlar doğrulusunda harekete geçirilen toplumsal nedenler, onların istedikleri neticeleri da, çoğunlukla ve giderek çoğalan ölçüde meydana koyacaklardır.
Bu, insanların zorunluklar dünyasından, özgürlükler dünyasına sıçramasıdır.» (Engels) Komünist sosyo-ekonomik kuruluşun gerçekleşmesi, insaniyet tarihinin sona ermesi mananına gelmez; Engels’ in de dediği gibi, toplumun günümüz eksikliklerinden arındığı bir seviyede dahi, malumat gibi tarih de nihai noktasını bulmuş olmaz.

Komünist toplum, ilk defa «üretim güçlerinin özgür, engelsiz, ileriye dönük ve üniversal gelişmesini» (Marks), insanın ve onun yaratıcı faaliyetinin hudutsuz gelişmesini sağlayacak koşullan yaratır.